Varoluşun ötesinde, zaman kavramından bir haber şekilde yürüyüşünü seyre dalmıştım. Hiç beklemediğim bir anda gök gürültüsünün şiddetli ve sarsıcı etkisiyle, uzun zaman önce varlığını unuttuğum kalbimin çırpınışlarını fark ettim. Kendimden o kadar uzaklaşmıştım ki varlığımın amacını, evrenin en güzel gülüşüne adamıştım. Bembeyaz yüzünü süsleyen güneş sarısı saçları, dünya üzerinde mucizelerin gerçekleşebileceğine inanmama sebep olacak kadar muazzam olsa da yine de kıskanmama engel değildi. Kıskançlığımın sebebiydi ulaşılmaz olduğunu düşündüğüm yüzüne dokunması. Aslında benim fırsatım olsa da cesaretim yoktu dokunmaya. Nasıl dokunabilirdim ki? Hem savaşa sebep olabilecek kadar güzel, hem de tüm savaşları bitirebilecek kadar masum bakışlı gözlerine bakamıyorken ona dokunmak, bir yaratıcı varsa onun cennetine giden yoldan sizi geri çevirebilir. Bu kadar naif, kırılgan ve zarafetliyken benliğim üzerinde bu güçlü etkileri göstermesinin açıklamasını yapmak kıyameti tahmin etmekten daha zor.Hiç bir şeyin farkında değildi. Kıyıdaki kayalara çarpan denizin öfkeli sesleri eşliğinde dans edercesine yürüyordu. Her yeri çirkinliklerle, nefretle dolu bu dünyada daha fazla kalmak istemiyordum ama beni buraya bağlayan tek bağ onun varlığıydı. Hiç beklemediğim bir anda durdu, ifadesizce ileriye bakıyordu. Bana dönmesi ve gözlerime bakmasıyla vücudumdaki tüm kaslarım istemsizce çalışmaya başladı. Dünyanın çirkinliğine yakışmadığımı düşünürken, bana bakan bu gözlerin güzelliğini de asla hak etmediğime o an ikna olmuştum. Son gördüğüm şeyin, eşi benzeri olmayan o bir çift yeşil göz olmasını istedim ve kendimi kayalara çarpan dalgaların kucağına bıraktım. Gözlerimin önünden hayatım geçmedi, sadece o geçti.